BARİ PARA VER!

Berna Özdemirkan

Eylül 2016 – Brandmap: 

Kolay değil tabi, iş dünyasında işveren vaatleri havalarda uçuşuyor. Potansiyel çalışanların başı dönüyor. Bir yarış içinde en iyi şirkete girmek için çaba sarf ediyorlar. Önceki yazılarımı takip ettiyseniz aslında işe girdikten sonra pek çok çalışanın hayal kırıklığına uğradığından bahsetmiştim. Vaatler hoş, vaatler güzel de işte o ilk gün masasına oturduğunda ekip arkadaşları ile diğer birimlerle ve yönetici ile iletişime geçtiğinde her şey öyle göründüğü gibi tozpembe olmuyor.

“Eğitime önem veren bir firmayız, dünya tersine dönse eğitim bütçemiz kısıtlanmaz” diyen firma ilk krizde bütçeyi kesebiliyor. Ya da bir yılı dolduğunda aldığı tek eğitim oryantasyon eğitimi olabiliyor. Hadi onu da geçtim “şirket şu eğitime git” diyor ama yöneticisine haber verdiğinde “ne eğitimi şimdi işimiz gücümüz var” diyor. Ya göndermiyor ya da laptopuyla eğitime girip yöneticisinin taleplerine eğitim esnasında dönmeye çalışıyor.

“Kariyer fırsatlarımız, yollarımız çok açıktır, burada hızlıca yükselebilirsiniz” deniyor. Bir bakıyor çalışan yıllanmış şaraba dönmüş. Diğer departman, terfileri hızla alırken kendi departmanı olduğu yerde sayıyor. Hadi geçtim ilerlemeyi, rehberlik yapsınlar da ne zaman nereye gelebilirim, kendimi hangi konularda geliştirmeliyim bunları anlatsın diyor.

Çalışana değer veren bir firmayız deniyor. İşe girince bir bakıyor, bizzat projede çalışan insan olarak toplantılara bile davet edilmiyor, fikri sorulmuyor, başarıları başkaları tarafından sahiplenilirken başarısızlıkları direk yüzüne vuruluyor.

Liderlik, strateji, vizyon deniyor ama iki yıldır Genel Müdürü ile yüz yüze gelmemiş, yolda görse tanımaz. Ya da şirketin stratejilerinden hedeflerinden bihaber çünkü kimse ona aktarmıyor.

İşbirliği ve ekip çalışmasının öneminden bahsediliyor ama bir de bakmış ki raporunu hazırlayabilmek için ihtiyaç duyduğu verileri alabilmek için diğer birime gittiğinde “sen git üstün gelsin” deniyor. Kırk takla atıyor, zaten görevi olan bir işi yaptırabilmek için.

İş-özel yaşam dengesi olmazsa olmazımızdır deniyor, mesai bittiğinde işten çıkmak istediğinde ona suç işlemiş gibi bakılıyor, ayıp sayılıyor. Yazılı bir şey olmasa da mahalle baskısı çalışanı canından bezdiriyor. Yıllar evvel bir firmada anlatılan bir örneği sizlerle de paylaşmak isterim. Saat 18:00’da işten çıkmak üzere şemsiyesini de alan bir çalışan sessizce masasını terk edip servise yetişmeye çalışırken yöneticisi onu görüyor ve “nereye Ahmet Bey “diyor, Ahmet Bey’in verdiği cevap ise şöyle “Hiiiç tuvalete gidiyordum Mehmet Bey”. Evet tabi şemsiyeyle hep tuvalete gideriz zaten. Varın siz düşünün hissedilen mahalle baskısını!

Adalet ve şeffaflık deniyor, bir de bakıyor ki yöneticisi gelip terfi ettiğini söylüyor ama şimdilik kimseye söyleme diyor! Ya da iç başvuru yaptığı bir pozisyon değerlendirmesinde kendisine hiçbir açıklama dahi yapılmadan başka bir kişinin o pozisyona geldiğini görüyor. Başka bir örnekte ise bir bakıyor eğitimlere hep aynı kişiler gidiyor, adalet duygusu yok oluyor.

Yönetici ile ilişkiler deniyor ama bir bakıyor yöneticisinin tek derdi işi yönetmek, insan yönetimi ile ilgili hiçbir çaba sarf etmiyor. Performans görüşmelerine ya zaman ayırmıyor ya da 5 dakikada bitiriyor. Veyahut ekipteki kişilere aynı derecede ilgi göstermiyor.

Yukarıdaki örneklere daha pek çoklarını ekleyebiliriz. Bunların hepsi yaşanmış, gerçek hikayelerdir. İşte bunlar olduğunda ne oluyor? Çalışan acı çekiyor ve acısı gün be gün artıyor. Peki tarif edilemez acılarımız ve ağrılarımız olduğunda ne yaparız? Daha fazla morfin isteriz ki acıya dayanabilelim. İşte tam bu noktada çalışan ücretinin hiç de yeterli olmadığını düşünüyor. Siz ne kadar medyan da deseniz, piyasanın üzerinde de deseniz anlamlı gelmiyor. Bütün bu eksikliklere tahammül etmesinin tek bir nedeni kalıyor, “Bari Para Ver”

Peki para bir çözüm mü? Morfin ne kadar çözümse para da o kadar çözüm. Yani kısa süreli. Morfin hastalığın bir çözümü değil, tedavi etmiyor sadece acıyı azaltıyor. İşte para da öyle, bir süre acıyı dindirse de siz asıl problemleri çözmedikçe fayda etmiyor.

İşte bu yüzden pek çok şirket yöneticisi yanılıyor. Çalışanların tek derdi para diyor. Aslında onların son derdi para. Dolayısıyla markanızı içerde güçlü hale getirmek için liderlik, iyi yöneticilik, kariyer fırsatları, adalet duygusu, şeffaflık gibi konuları iyileştirmezseniz onların tek derdi para zannetmeye devam edersiniz.

Bilimsel verilerle ücretin aslında en önemli konu olmadığını hatırlatmak isterim. 2015-2016 yılları arasında beyaz yakalı yaklaşık 13.000 çalışanla yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre çalışanın şirkete olan bağlılığını etkileyen 14 faktör arasında Ücretlendirme 10. Sırada geliyor. Çalışanın motivasyonunu kaçıncı sırada etkilediğine bakarsak da son sırada geldiğini görüyoruz.

Sonuç olarak şunu asla unutmamak gerekiyor, her ne kadar söylemlerinde ücret yüzünden ayrıldım ifadesi çok sık da duyulsa derinlemesine incelendiğinde ücretin etkisi çok zayıf. Diğer konuları iyileştirdiğinizde asıl sorunun ücret olmadığı açıkça ortaya çıkacaktır. Güçlü bir işveren markası olmak istiyorsanız vaatlerinizle gerçeklerin ne kadar örtüştüğünü çok iyi incelemek gerekiyor. Gerçek çözüm işte orda!